Rasyonalizm, felsefede aklı bilginin temel kaynağı ve sınanabilirlik ölçüsü olarak kabul eden akımdır. Bilginin duyularla elde edilebileceğini ileri süren Emprizm (Deneycilik) akımının karşıtı olarak görülür.
Dünyanın akılsal bir düzen içeren bir bütün olduğu kabul edilir ve parçalarının mantıksal zorunluluklarla birbirine bağlı bulunduğu söylenir. Bu sayede dünyanın yapısı doğrudan kavranılabilir. Başlıca esin kaynağı matematiktir.
Rasyonalizm, en açık biçimiyle bilgi felsefesinde dile getirilir. Buna göre bazı bilgilerin kaynağı sezgilerdir; bilgi bu sezgilerin anlık tarafından kavranmasıyla ortaya çıkar. İnsanın düşünme yetisiyle kavradıkları, duyularını aşan nesneler ya da tümeller ve bunların bağlantılarıdır. Her tümel bir soyutlamadır ve duyulara değilse de düşünceye açıktır. Mantık ve matematiğin tümü ile başka pek çok alanın bazı bölümleri bu tür bilginin kapsamına girer. Rasyonalizme göre zihnin ulaşabileceği en önemli ve kesin bilgi türü olan a priori (deneyden önce olan, deneyle kanıtlanamayacak olgular) bilgi hem zorunlu, hem de evrenseldir. Bu bilginin başka yoldan elde edilmesi mümkün değildir ve bütünü kapsayıcıdır.
Rasyonalizm, etik ve din alanlarında da insanın düşünme yetisine öncelik verir. Buna göre iyiyle kötünün ayırt edilmesinde sonul yargı; duygu, gelenek ya da otoriteye değil, akla dayanır. Dinde de insan bilgisinin kaynağı doğaüstü vahiy değil, insanın doğal yetileridir.
Tarihsel Gelişimi
Akılcı sezgiyi vurgulayan ilk Batılı filozof olan Pythagoras gözlediği matematik ilişkilerine dayanarak evrenin temel ilkesinin sayı olduğunu ileri sürdü. Tümeller ve aralarındaki ilişkilerle ilgilenen Pythagoras'ın görüşü statik bir dünya varsayımına dayanıyordu. Tikelleri ve değişimi göz ardı ediyordu.
Daha sonra Parmenides ve öğrencisi Zenon, dünyanın gerçekten statik bir bütün, değişme ya da hareketin ise bir yanılsama olduğunu ileri sürdüler.
Platon da, cahil bir köleye bir geometri teoremini ispat ettiren Sokrates örneğiyle, akılsal sezginin algıya üstünlüğünü savundu. Öğrencisi Aristoteles ise akılsal açıklama biçiminin temel aracı olarak gördüğü tasım mantığı ile Rasyonalizme önemli bir katkıda bulundu. Yine de Descartes'a değin Rasyonalizmde önemli bir gelişme görülmedi.
Modern Rasyonalizmin ilk temsilcisi sayılan Descartes'ın amacı felsefede matematik kesinliğe ve açıklığa ulaşmaktı. Çıkış noktası olarak benimsediği her şeyden şüphe etmek ise şüphe götürmez kesinlikte olana varmaya yönelikti. Vardığı bu temeli "Düşünüyorum, öyleyse varım." deyişiyle dile getirdi, çünkü insan ancak kendi şüphe etmesinden şüphe etmezdi.
Spinoza ve Leibniz, temel çizgileriyle Descartes'ın yöntemini benimsediler, ama çıkış noktalarında ondan ayrıldılar. Spinoza varlığı en yadsınamayacak şeyin kendisi değil, "töz" diye adlandırdığı evren olduğunu öne sürdü ve bu kavramdan türettiği sistemi Euklides(Öklid)'in geometrisini örnek alarak sundu.
Leibniz ise "aklın doğruları" ile "olgunun doğruları" arasında ayrım yaparak bunlarıdan birincisinin karşıtının olanaksızlığını, ikincisinin karşıtının olanaklılığını belirtti.
Kant, aklın işleyiş biçimi ve deneyin ötesine geçebilen bilginin olanaklılığı konularına yeni bir yaklaşım getirdi. Mantıksal ve matematiksel kesinliğin insan zihninde bulunan çerçeveden kaynaklandığını, a priori kavramların ancak deney verileri ile birlikte kullanılarak bilgi temeli sağlayabileceklerini ileri sürdü. İnsanın zihnini yansıtan a priori kavramların dış dünyayı da yansıttığı kabul edilemez; insan, zihnindeki düzenin dış dünyadaki düzene uyup uymadığını bilemezdi. Kant aynı zamanda etik Rasyonalistlerin de tipik sözcülerindendi.
Gerçek olanın akılsal, akılsal olanın da gerçek olduğunu ileri süren Hegel, dünyayı anlama ve açıklama süreci olarak felsefenin bir zorunluluktan yola çıkması gerektiğini vurguladı. Düşüncenin bu gereksinimini ancak her şeyi kapsayan ve parçaları birbirini zorunlu kılan bir sistem karşılayabilirdi.
Hegel'e göre, evren bir cütündü ve tek bir mutlak zihinden oluşmuştu. Filozof bu mutlak zihni kavradığı ölçüde doğruluğa ve gerçekliğe ulaşabilirdi.
Kendimce özetlemeye çalışırsam: Rasyonalizm, gerçek bilginin insanın aklında zaten bulunduğunu, insanın bunu doğuştan getirdiğini söyler. Kısacası, insan zaten her türlü bilgiyi doğumuyla beraber getirmektedir. Bu gerçeklik bilgisi, unutulmuştur ve ancak hatırlatıldığı zaman ortaya çıkar. Bu nedenle gerçekliğe ancak akıl yoluyla ulaşılabilir, bu bağlamda deney yanıltıcıdır, çünkü duyular ve algılar gerçeklik için bir ölçüt değildir. Gerçeklik ancak ve ancak akılla ilişkilidir ve ancak bu şekilde kavranabilir. Bunun için şüphecilik çok önemli bir rol oynar, bilinen tüm doğruların yadsınması sonucu, şüphecilikle gerçekliğe ulaşılabilir.